• 0 Vote(s) - 0 Average
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5

Motorbetriebener Slider mit Raspberry Pi

Offline
#1 AdamUS
Hallo.

Habe gerade das hier gefunden und wollte es mit Interessierten teilen:

http://www.spiegel.de/netzwelt/gadgets/r...443-3.html

"Der schottische Landschaftsfotograf Rick Adam hat sich eine wesentlich günstigere Zeitraffer-Automatik gebastelt. Die Bauteile für die Führungsschiene und den Motor hat er auf Ebay ersteigert. Dann verband er den Motor und seine Sony-Spiegelreflexkamera mit dem Raspberry Pi. Ein Python-Skript steuert die beiden Geräte, es errechnet selbst die notwendige Bewegungsabfolge für den Motor, basierend auf der eingegebenen Belichtungsdauer, der Anzahl der Auslösungen und dem zeitlichen Abstand zwischen jeder Aufnahme. Diese Werte tippt Adam auf seinem Android-Smartphone ein, und das kommuniziert über Bluetooth oder ein Ad-Hoc-Funknetzwerk mit dem Raspberry Pi"

Hier der Link zu dem Bastler. Dort beschreibt er seine Komponenten, Bezugsquellen und stellt auch den von ihm geschriebenen Code vor:
https://sites.google.com/site/raspilapse/home


Wer den Raspberry Pi nicht kennt kann ja mal hier nachlesen:
http://de.wikipedia.org/wiki/Raspberry_Pi

Weniger technisch - dieser Artikel von Ende 2011:

http://www.spiegel.de/netzwelt/gadgets/r...05701.html


Evtl. kann ja jemand damit was anfangen.
Gunther - ich kann mir vorstellen, dass dieser REchner auch was für Dich und Deine Projekte ist.
Ich hoffe, dass dies hier auch das richtige Forum dafür ist - Ich denke 'Aufnahmetechniken' passt am besten.
Offline
#2 Ulli
Danke für die Info aber puhh - sehr, sehr wilde Bastelei die kaum Nachahmer finden wird. Weder mechanisch (hat der Wirklich einen Wagen ohne Rollen, einfach Alu auf Alu schleifen lassen?) noch elektronisch wo es mit dem MX2 eine vielfach eingesetzte und weiterentwickelte Opensource-Lösung doch schon gibt.
Slider-DIY-Projekte und Anleitungen gibt schon genug, die gehört meiner Meinung nach klar zu den schlechteren.
Offline
#3 AdamUS
Ulli, Möglicherweise hast Du recht. ["Die Lösung gehört meiner Meinung nach zu den schlechteren"]
Aber: Der hier verwendete Rechner alleine ist schon einen zweiten Blick wert.

Etwas OT - aber ich kann mir gut vorstellen, dass sich damit viel (auch im filmischen und/ZR-Bereich) machen lässt (wobei ich dann doch eher der Anwender bin):

"Der Mini-Computer Raspberry Pi ist so groß wie eine Scheckkarte. Auf der winzigen Platine sind neben Prozessor und Arbeitsspeicher auch ein SD-Karten-Leser für den Speicherplatz und viele Standardschnittstellen (USB, Ethernet) untergebracht - mehr als bei jedem Smartphone. Weniger als 50 Euro kostet der Raspberry Pi, ein Computer, der mit fast jedem technischen Gerät kommunizieren kann. Und man kann damit dank des offenen Systems alles machen, was man will - die Grenze setzt allein die Phantasie der Entwickler."

oder

"Er ist klein, billig - und universell einsetzbar: Der Raspberry Pi ist ein Mini-Computer mit den Maßen einer Scheckkarte. Mit USB- und Netzwerkanschluss, diversen Datenschnittstellen, HDMI- und Audioausgang ist das 40-Euro-Gerät prädestiniert für den Einsatz in Bastelprojekten."

und

"Der ARM11-Prozessor ist mit Broadcoms „VideoCore“-Grafikkoprozessor kombiniert. OpenGL ES 2.0 wird unterstützt und Filme in FullHD-Auflösung (1080p30 H.264 high-profile) können dekodiert und über HDMI und Composite ausgegeben werden. Die vorhandene Lizenz zum Dekodieren von H.264-kodierten Videos erlaubt auch das Enkodieren solcher Videos. ... Der Raspberry Pi bietet eine frei-programmierbare Schnittstelle namens GPIO (General Purpose Input/Output), worüber LEDs, Sensoren, Displays und andere Geräte angesteuert werden können."


Ja - ist ist OT. Aber dennoch faszinierend ist die Möglichkeit mit diesem Rechner diverses anzustellen.
In der Hoffnung, dass ein findiger Mensch damit etwas ZR/filmisch sinnvolles erdenkt und umsetzt, wollte ich es hier erwähnen. Denn hier sind ja auch die ZR-Freunde.
(Wie wäre es - einfach mal frei fantasiert - mit einem tragbaren LRtimelapse-2-Go in der Größe einer Zigarettenschachtel, mit der man unterwegs die Daten der Kamera direkt in der Jackentasche umwandeln kann? Wink )
Offline
#4 splitti
Ich halte diese Lösung gar nicht für so utopisch, insbesondere deshalb, weil ein Freund von mir genau an dieser Idee arbeitet, aber nicht so fortgeschritten. Wir überlegen schon länger kostengünstig ein DIY-Slider zu basteln. Als Steuerung halt Rasperry, ein Relay dazwischen für ggf. verschiedene Motoren und Kamerasteuerung (hatten bereits gängige Steuerung per USB probiert, war nicht performant). Das ganze ist von unserer Seite NICHT SPRUCHREIF, aber die Lösung ist relativ simpel. Problem ist das eher für Leute (mich eingeschlossen) die mit Lötkolben mehr kaputt machen als zu basteln ;-)

Damit Ihr eine weitere Vorstellung habt: Steuerung per Smartphone, Tablet oder anderes WLAN-Gerät. Rasperry mit WLAN-Dongle und Webserver (Apache) zur einfach Steuerung und Regulierung der Einstellungen. Ich finde das echt interessant. Was fehlt ist Zeit...
Mein Blog: www.splitt-it.de
Mein Zeitraffer No. 1: http://youtu.be/qb-o5K3eUdE
Offline
#5 cyber_jo
(2013-01-17, 00:08)splitti Wrote: Damit Ihr eine weitere Vorstellung habt: Steuerung per Smartphone, Tablet oder anderes WLAN-Gerät. Rasperry mit WLAN-Dongle und Webserver (Apache) zur einfach Steuerung und Regulierung der Einstellungen. Ich finde das echt interessant. Was fehlt ist Zeit...


So fände ich das auch spannend. Mal sehn was daraus wird. Brauche nähmlich auch bald ne vernünftige STeuerung für meinen Slider. Das Conrad-Zeug wird meinen ANsprüchen nich mehr gerecht Wink
Pictures and Wallpapers: www.jkl-fotografie.de
Offline
#6 heidwitzkaesawe
Ömer Tuğrul İnançer
1946′da Bursa’da doğdu. Orta tahsilini Bursa’da tamamlayıp İstanbul HukukFakültesini bitirdi. Yirmi yıl kadar muhtelif şirketlerde müşavir-avukatlık yaptıktan sonra 1991 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığıİstanbul Tarihi Türk Müziği TopluluğundaSanatçı-Müdür olarak çalışmaya başladı.
Tahsili sırasında özel olarak müzik dersleri aldı. Çeşitli radyo ve televizyonprogramlarında misafir sanatçı ve konuşmacıolarak yer almış olup, bir çok yurtiçi ve yurtdışı konserlerde müzik faaliyetlerinde bulundu. Tasavvufkonularında çeşitli makaleleri yayımlanan Ömer Tuğrul İNANÇER evli ve iki çocuk babasıdır.
Kitapları:
Ö. Tuğrul İnançer il Gönül Sohbetleri ** Sufi Kitap**
Gönül Gözü) / Ö.Tuğrul İnançer & Kenan Gürsoy **Sufi Kitap**
Ö.Tuğrul İnançer Sohbetler **Keşkül yayın**
Vakte Karşı Sözler ** Keşkül yayın**
Şarkılar Seni Söyler / Ö.Tuğrul İnançer & Ahmet Özhan **Sufi Kitap**
Ömer Tuğrul İnançer, Ömer Tuğrul İnançer, Ömer Tuğrul İnançer, Ömer Tuğrul İnançer, Ömer Tuğrul İnançer,Ömer Tuğrul İnançer
Allah’a giden yollar, mahlûkatın aldığı nefes sayısıncadır” (et-turuk ilallâhi bi-adedi enfâsi’l halâik) denmiş…
“Ama kendisi de bir mahlûk olan akıl, bu çokluktaki yolları birbirine karıştırır ve yolun sonundaki hedefi değil, yolu bile bulamaz…” diye kendilerine yalnızca akıllarını değil, ama aynı zamanda gönüllerini de rehber edinenler, o yolu bulmanın yolunu göstermişler. Onlara “Pîr” denmiş, yani yol-başı. O yolda yürümeye de “seyr-i sülûk”… Hakk’a ulaşmanın yalnızca yükümlülüklerin yerine getirilmesi ile mümkün olamayacağını, mutlaka ve mutlaka muhabbet-sevgi-aşk olgusunun da devreye girmesi gerektiğini anlatmışlar. Bu anlatımı da yalnızca dilleri ve kalemleri ile değil, halleri ile yapmışlar. İşte buna tasavvuf denmiş.
İstanbul. “el-Beldetü’t-Tayyibe”. Kutlu şehir. Müjdeli şehir. Tarihin en büyük askerî başarılarından olan fetihten sonra, bir başka sivil başarı ortaya kondu bu müjdeli şehirde. Yüksek askerî başarılarla zapt ve feth edilen ülkelerde; sanat, kültür ve bilim temelleri atılmamış ve yerleştirilmemişse, o zaptedilen yerlerin elde tutulmasının mümkün olamayacağı gerçeğinden hareket eden, İstanbul’un yeni ve ebedî sahipleri; Anadolu’dan, Rumeli’den ve hatta Hıristiyan Avrupa’dan uzak Asya’ya kadar dünyanın her yerinden bilim ve sanat adamlarının yanı sıra pek çok ârif kişilerin İstanbul’a gelmelerini sağladı.
Ömer Tuğrul İnançer, Ömer Tuğrul İnançer , Ömer Tuğrul İnançer
Konstantinopolis’i İstanbul yapan Türk’ün yüce irade ve gayreti şimdi bir başka hedefe yönelmişti: İstanbul’u Türk dünyasının ve İslâm âleminin fikir, ilim, sanat ve özellikle gönül merkezi yapmak…
Kendisi “Sultân-ı İklîm-i Rûm” iken; Akşemseddin, Şeyh Vefâ, Cemâleddîn-i Halvetî gibi gönül ve mâna sultanlarının huzurunda huzur bulan Sultan II. Mehmed Hân ve emrindekiler, İstanbul’u kiliselerinden surlarına, ayazmalarından saraylarına, derelerinden yol ve binalarına kadar Türk ve İslâm rûhu ile nakış işler gibi işliyorlardı. Ayasofya’nın minaresi İstanbul’un arzından semasına yükselen şehadet parmaklarının ilki olmuştur. Valens (Bozdoğan) su kemerinin yanı başındaki (bugün İmrahor Camii olan) kilise de İstanbul’un en kıdemli Mevlevîhânesi… Bugünün Koca Mustafa Paşa’sındaki Kızlar Manastırı ise en kıdemli Halvetî Dergâhı (Yani Sünbül Efendi Tekkesi). Rumeli Hisarı’nın tepelerindeki Nâfî Baba Bektâşî Dergâhı’ndan, Üsküdar Paşalimanı’ndaki Ahî Tekkesi’ne kadar sur dışı ve Fatih’teki Emir Buhârî Nakşibendî Tekkesi’nden, Topkapıdaki Bayrâmî Tekkesi’ne kadar sur içi İstanbul’u tasavvuf olgusunun lokalleri ve elbette gönül imaretleri olan dergâh-tekke-zaviyelerle mânalandırılıyordu. Bu gönül imâretlerinde, bildiğimiz imârethânelerdeki gibi bir doyma-doyurma işlemi vardı. İmârethânelerde bedenlerin doyurulmasına karşı, buralarda gönüller doyuruluyordu ve imâr ediliyordu.
Medeniyetin en kalıcı ürünlerinin mimarî eserler olduğunu biliyoruz. Meselâ eski Mısır’ın, antik Yunan ve Roma’nın müziği bugüne gelememiş. Ama, Piramitler, eski Yunan ve Roma’nın tapınakları, anıtları duruyor. Ömr kelimesinden türemiş olan îmar, mîmar, mâmur, tâmir kelimelerinin içerdiği iç anlam, imâret kelimesinde de var. İşte İstanbul’un ilk gönül imâretleri olan dergâhlarda, gönülleri gönül mimarları tarafından tamir edilip mâmur hale getirilen kişiler gibi sonradan gelen nesillerin de gönülleri mâmur olsun diye düşünenler, Feth-i Mübîn câzibesi ile İstanbul’a gelenlerden sonra da artık İstanbul’un kendi câzibesi ile aynı faaliyete devam ettiler.
Ömer Tuğrul İnançer, Ömer Tuğrul İnançer, Ömer Tuğrul İnançer
Sur içi İstanbul’unun yanı sıra Galata’da Mevlevîhâne, Topkapı dışında Merkez Mûsâ Muslihuddin Hz. ile Sünbülî Halvetî Dergâhı, Kasımpaşa’da Hz. Hüsameddin-i Uşşâkî Âsitânesi ve devam ederek Üsküdar’da Hz. Muhammed Nasûhî, Azîz Mahmûd Hüdâî, Hz. Ahmed-i Raûfî Âsitâneleri ve daha sayılamayacak kadar gönül imârethâneleri imârı ve tâ 1800′lerin sonlarında Beşiktaş, Alibeyköy ve Unkapanı’ndaki Şâzelî dergâhları ve Hırka-i Şerif’teki Altay Tekkesi diye tanınan Kenan Rifâî Hazretlerinin yaptırdığı Rifâî Tekkesi… Tam 362 tane… Dünyanın hiçbir şehrinde bu kadar çok dergâh yok. İslâm medeniyetinin her alanda en zirve ürünlerinin oluşturulduğu İstanbul, tasavvuf medeniyetinde de zirve. Yavuz Sultan Selim Han’dan sonra aynı zamanda Makarr-ı Hilâfet (Müslümanların halifelik merkezi) olan İstanbul’da bu kadar çok dergâh olması bu sebebe de bağlanamaz. Emevî hilâfetinin merkezi Şam’da da, Abbâsî Hilâfetinin merkezi Bağdat ve Moğol istilâsından sonra Kâhire’de de bu kadar çok sayıda dergâh yok. Niye İstanbul’da bu kadar çok?
İstanbul’u elde tutmanın, fethetmekten daha zor ve daha önemli olduğunu çok iyi idrak eden Fatih Sultan Mehmed Han, sosyal ve ekonomik düzen ile birlikte âdil ve kuvvetli bir devlet idaresinin dahî elde tutmaya yeterli olmadığını ve mutlaka başka tedbirler almanın gerekli olduğunu görmüştü. Bu “başka tedbir”lerin ne olacağı hakkında her zaman yaptığı gibi, Akşemseddin Hazretleri’ne danıştı ve şu cevabı aldı:
“Hünkârım, İstanbul’a dâvet buyurduğunuz mâna sultanları arasında şimdi eski Kızlar Manastırı’nda ikâmet eden Cemâledîn-i Halvetî Hazretleri var. Ferman buyurulursa hem ziyaretine gidelim, hem de bu tedbirleri O’na soralım.”
Ve Cemâleddin-i Halvetî Hazretleri buyurdular:
“Allah katında, dünya hâkimiyeti adâlete bağlıdır. Peygamberimiz Efendimiz bile, İran kisrâsı “Âdil” lâkaplı Nûşirevân’ın ateşperest olmasına rağmen “Âdil bir hükümdar zamanında doğduğum için memnunum” buyurduğunu bilirsiniz. Hiç ayrım yapmadan insanlara merhamet ve adâletle, bütün yaratılmışlara da şefkatle muamele eylerseniz şüphesiz nebîler ve salihlerle haşrolunursunuz. Çünkü Resûlullah böyle buyurdular. Ve buna ilave olarak, Müslümanların ağzından her gün bu İstanbul semâlarına, Efendimiz Hazretleri’nin Hadîs-i Şerîflerine uyarak 70.000 Kelime-i Tevhîd, Lâ ilâhe illallah kelime-i tayyibesi yükselirse, bu İstanbul’un fethini sultanımıza müyesser kılan yüce Rabbimin inâyetinden umarım ve dilerim ki bu müjdeli-kutlu beldeyi kıyâmete kadar elimizde tutarız.”
Ve giderek 362 taneyi bulan İstanbul dergâhlarındaki haftanın belli gün ve gecelerinde yapılan âyin-i evliyâullah denen zikir merâsimlerinde her gün elliye yakın dergâhta 70 binlerce kelime-i tevhîd İstanbul semâlarına ve tabiidir ki Allah katına yükseldi (tasavvuf erbâbı dervişlerin kendi kişisel günlük kelime-i tevhîd tesbihâtı hariç) ve Cemâleddin Halvetî Hazretleri’nin dileği gerçekleşti. 1453′den 1925′e kadar tam 472 sene…
Türkiye’nin Madrid Büyükelçisi iken, Yahya Kemal Bey’e bir sohbet sırasında İstanbul’un nüfusunu sormuşlar. Üstad oldukça uzun bir müddet düşündükten sonra: “30 milyon civarındadır” diye cevap vermiş. “Aman efendim, bu mümkün değil, herhalde yanlışlıkla söylediniz” denilince de şöyle demiş: “Biz ölülerimizle birlikte yaşarız”.
İşte İstanbul’da Beykoz’dan Eyüp Sultan’a, Alibeyköy’den Üsküdar’a, Yeniköy’den Yedikule’ye kadar her semte yayılmış tekkelerin pek çoğunda bulunan hazîrelerin varlığı, bugün bir çok insanı psikolog ve psikiyatrise mecbur eden ölüm korkusunu yok eden bir olgu… Zaten tasavvuf, kişinin yalnızca dünya hayatını değil ebedî hayatını da tanzîmine yönelik değil midir?
Tasavvufun en önemi maddî görüntüsü olan tekke binasının bu kadar çok sayıda olması, bu binalardaki mürşid ve tabii ki mürîd sayısının da İstanbul’da, dünyadaki her şehirden daha çok olduğunun bir göstergesi. Ve İslâm tasavvufu, yalnızca bir inanç sistemi değil, fakat bir yaşam tarzı olduğu için tasavvuf, hayatın tâ içinde. Ve İstanbul’da da en çok sayıda. Bütün yaşam tarzlarını oluşturan en önemli olgu, kültür. Dünyanın en büyük tasavvuf erbâbı nüfusuna sahib İstanbul, tabiidir ki tasavvuf kültürünün en yoğun yaşandığı şehir. Topluma kalıcı ilim ve sanat eserleri kazandıran kişilerin ya bizzat tasavvuf erbâbı olduğu veya bir tasavvuf erbâbından terbiye gördüğü inkâr olunamaz bir gerçektir. Bu da tasavvuf kültürünün yalnızca tasavvuf erbâbıyla sınırlı olmayıp, bütün topluma etki eden bir kültür olduğunu gösterir.
2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul, 1453′den beri zaten öyledir. Yalnızca tasavvuf kültürü açısından 2010 yılına bakalım. Mimarîden başladığımızda 1925′ten bu yana bir çok eser ortadan kalkmış olsa bile, 2010′da halâ, dünyanın en çok dergâh binasına sahip şehri İstanbul.

...also check out: